12 Mayıs 2016 Perşembe

Tesettürlü kadın zımnen şöyle demiş olur: “Benim kişiliğim ile ilgilen, dişiliğim ile değil”. Çıplak kadın ise tam tersini söylemiş olur ve bu nedenle de çıplaklık aslında dişiliği aşırı bir şekilde ön-plâna çıkardığından, kişiliğin üstünü örter ve zamanla kişilik kalmaz. Artık çıplak kadın, karşı cinsin şehvetini kışkırtan bir nesne-obje durumuna gelir.


ÇIPLAKLIK

Tesettürlü kadın zımnen şöyle demiş olur: “Benim kişiliğim ile ilgilen, dişiliğim ile değil”. Çıplak kadın ise tam tersini söylemiş olur ve bu nedenle de çıplaklık aslında dişiliği aşırı bir şekilde ön-plâna çıkardığından, kişiliğin üstünü örter ve zamanla kişilik kalmaz. Artık çıplak kadın, karşı cinsin şehvetini kışkırtan bir nesne-obje durumuna gelir.
Harun GÖRMÜŞ
Örtünme, ilk-insan ile başlayan bir uygulamadır. Şeytanın bir ayartması sonucunda çıplak kalan Hz. Âdem ve Havvâ, bu durumdan dolayı utanıp mahcûb olmuş ve hemen çıplak yerlerini örtmek için en yakındaki ağacın yapraklarını kullanmışlardı. Çıplaklığa mâruz kalmaları ya da çıplaklıklarını fark etmeleri, Allah’ın bir emrine aykırı hareket etmelerindendi. Yâni çıplak kalmaları bir cezâ idi. Olay Kur’ân’da şu şekilde anlatılır:
“Ve ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zâlimlerden olursunuz. Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: ‘Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedî yaşayanlardan kılınmamanız içindir’. Ve: ‘Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim’ diye yemin de etti. Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: ‘Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim?. Ve şeytanın sizin gerçekten apaçık düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?’. Dediler ki: Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrâna uğrayanlardan olacağız” (A’raf 19-23).
İlk refleksi örtünmek olan insanoğlu, târih boyunca çeşitli şekillerde ve farklı elbiselerle örtüne-gelmiştir. Fakat ne zaman ki takvâdan (sakınıp korkmak) uzaklaştılar, o zaman çıplaklaştılar. O hâlde, çıplaklığın bir numaralı panzehiri takvâdır.
“Ey Âdemoğulları, biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size süs kazandıracak bir giyim indirdik (vâr-ettik). Takvâ ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah’ın âyetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler” (A’raf 26).
Günümüzde de insanoğlu yine Allah’ın emrine-sözüne aykırı hareket etmiş ve yine çıplaklıkla cezâlandırılmıştır ve cezâlandırılmaktadır. Zîrâ insanlar, günahlarının cezâsını, “yaptıkları üzerinden” görürler. Meselâ içki içmenin cezâsı, içki içmenin kendisidir. Artık kişi içki içecektir ve bunun çeşitli bedellerini (para, baş-ağrısı vs.) ödeyecektir. Yalan söyleyen kişi sürekli yalan söylemek zorunda kalacak; kumar oynayanlar kumardan vazgeçemeyecektir. İşte çıplaklığın cezâsı da, yine çıplaklıktır. Çıplaklaşan kişiler ve toplumlar, zamanla daha da fazla çıplaklaşacaklar ve çıplak olmak zorunda kalacaklardır.
Özellikle kadınlar için çıplaklık onların değerini düşürecektir. Çünkü çıplaklığın bir sonu yoktur ve “biraz daha kısa”, “biraz daha ince”, “biraz daha dar” vs.’in bir sonu gelmez ve eteğini biraz kısaltan kadın, bir zaman sonra biraz daha kısaltabilecektir. Çünkü bir sınır olmadığında hiç-bir sınır olmaz. “Kısa olan” ile, “bir parmak daha kısa” arasında fazla fark görmeyecek olan kadın, zamanla “azâmi kısalığa” kadar kısa giyecektir ve çıplaklık ayyuka çıkacaktır. Fakat bu durumda artık kadının bir “gizlisi” kalmayacak ve her-şeyi meydanda olan şeyin, bir-süreliğine sûni bir değeri varmış gibi görünse de doğal olarak değeri düşeceğinden, kadının îtibârını azaltacaktır.
Çıplaklığı görece güzel-iyi-çekici gösteren şey, cinslerin bir-birlerine olan şehvetleridir. Bu şehvet “doğal” hâlinde normâl olandır. Fakat modernizm, bir “kışkırtma uygarlığı”dır ve çıplaklık, şehveti kışkırtıp zıvanadan çıkaran bir numaralı etkendir. Özellikle erkekler, kadınlara karşı en ufak bir detayda bile şehvet duyabilirler. Çünkü kadın bedeninin çekicilik oranı daha yüksektir ve erkek bu çekicilikten çok etkilenir.
Peki âyetteki; “çirkin yerlerinizi örtecek elbise cümlesindeki “çirkin yerler”e “çirkin” denmesinin nedeni nedir?. Şehveti bir-anlığına yok saydığımızda, mahrem yerler hakîkatten de çirkin olarak gözükecektir. Çünkü bedenin diğer tüm yerlerine göre mahrem bölgeler gerçekten de çirkindirler. Mahrem bölgeleri bize güzel gösteren şey şehvet ve alışkanlıktır, ön-kabûldür. Yoksa şehveti olmayanlar için mahrem bölgelerin bir güzelliğinden bahsedilemez. Çekici gelmez mahrem yerler şehvetsiz olanlara. Meselâ şehveti henüz gelişmemiş olan çocuklar için bir çekiciliği ve anlamı yoktur mahrem bölgelerin.
Şehvet aslında Allah’ın bir nîmetidir. Çünkü neslin sürmesini sağlar ve sosyo-psikolojik kültüre olumlu katkıları olur. Sağlığa da yararları vardır. Allah’ın, çıplaklığı önlemek isteyerek örtünülmesini emretmesinin nedeni, şehvetin kışkırtılarak ve insanın hayvâni yönünün açığa çıkarılarak haz-merkezli bir toplumun oluşmasını istememesidir. “Hayvâni” dememizin sebebi, hayvanların çıplak=elbisesiz gezmesinden dolayıdır. Fakat hayvanlar yaratılıştan kendilerine verilmiş güdülerine göre hareket ettiklerinden dolayı şehvetleri “doğal” durumdan çıkmaz ve normâl hâlde kalır. İnsan ise çift-boyutlu bir varlıktır ve Allah, insanın mânevi boyutunun kaybolması toplumun da yozlaşıp fesada uğramasına neden olacağından dolayı, insanların ve toplumun yozlaşmasını istememektedir. Bu nedenle de buna bir sınır getirir ve insan ilişkilerinde örtüyü hem bir süs, hem bir güvenlik, hem de toplumsal bir kural hâline getirmiştir.
Bir de Allah, bizden medenî bir toplum olmamızı ister. Medeniyet, örtünme demektir. Çıplaklık ise ilkelliktir ki ilk-insanın ilk ânı çıplaktı ve bu durum sâdece bir-anlığına süren bir çıplaklık durumu idi. “Potansiyel medenî” olan insan bir refleksle hemen bu çıplaklıktan kurtuldu. Medeniyet olmayınca ilkellik, tesettür olmayınca çıplaklık olur. Medeniyet “örtü” ile olacağından, tesettür bir medeniyet, çıplaklık ise bir ilkelliktir.
Âdem ile Havva çıplaklıklarını yâni ilkelliklerini fark ettiklerinde bir telaşla ve âni bir refleksle hemen çıplaklıklarını örterek o ilkellikten kurtulmak istediler. Modernizm ise bu-gün bu ilkelliği modernleştirerek geri getirmiştir. Modernizme göre çıplak kadın; “modern uygar kadın”; tesettürlü kadın ise; “geri kalmış ilkel kadın”dır. Neden tam tersi bir sonuca varılıyor?. Çünkü Allah’ın emri dinlenmediğinde otomatikman şeytanın-tağutların emri dinlenmeye başlar ki onların hükmü, Allah’ın hükmünün tam aksidir. Kadını soydukça soyan modernizm, kadını böylelikle ilkelleştirmiş ve medeniyetten uzaklaştırmıştır. Kadını soyup soğana çeviren modernizm, kadını “kullanılmaya hazır” hâle getirmiştir. Zâten soymadan kullanamazdı. Evet; çıplaklık ilkellik, örtünme ise medeniyettir. Modernizm, ilk örtüsü ev olan kadını evden çıkarınca, üstündeki diğer örtüleri çıkarması zor olmamıştır. Kadını neredeyse tüm örtülerinden soymuştur. Artık nerede duracağı belli de değildir. Modernizmin, “soyunan kadını” madden de “soyması” zor olmuyor artık. Kadını bedâvaya soymuş, fakat fâhiş fiyatlarla giydirmiştir-giydiriyor. Ahlâki değer tanımayan modernizm, kadını teşhir etmede görece bir sınır koyuyor fakat bunu, ürettiği sözde kıyâfetleri pazarlamak için sınırlandırıyor. Aksi-hâlde büsbütün çıplak bırakacak insanları.
Çıplaklık daha çok kadın üzerinden kendini belli ettiği için ve cezbedicilik kadında çok daha fazla olduğundan, örneklememizi genelde kadın üzerinden yapıyoruz. Bilindiği ve belgesellerde de izlendiği gibi; bir-çok “ilkel” tâbir edilen kabîlelerde kadınlar “üstsüz” olarak geziyorlar, açık bir şekilde çocukları emziriyorlar ve hiç kimse de bundan etkilenmiyor ve bunu doğal karşılıyor. Neden?. Çünkü ilkel bir durumdadırlar yâni medeniyetten yoksundurlar. İlkellik onlara çıplaklıklarını fark ettirmiyor. Biraz medenî olduklarında hemen çıplaklıklarını fark edecekler ve üstlerini bir şeylerle örtmeye çalışacaklardır.
Akıl zâfiyeti olanların bir-çoğunda çıplak dolaşma durumu vardır ve bâzıları tâmamen soyunup çıplak dolaşırlar. Çünkü aklı olmayan kişiler çıplaklığı-açıklığı a-normâl olarak göremezler. Bu nedenle de sakınmazlar ve utanmazlar. Çünkü çıplaklığın “ayıp” olduğunu değerlendirebilecek akıldan yoksundurlar. Bunun gibi; akılsızlık çıplaklığa meylediyorsa, çıplaklık da akılsızlığa meyleder ve çıplaklık zamanla akılsızlaştırdığından, ne kadar ahlak-dışı hâlde olunduğu fark edilemez. İnsanlar ancak akla ve medeniyete ulaştıklarında fark eder çıplak olduklarını ve hemen bir şeylerle ötmeye başlarlar bedenlerini.
Freud, cinsellik bağlamında; “insanların cinsel baskı altında tutulması onların psikolojilerini bozar” diyor ama cinselliğin görece baskı altında tutulduğu zamanlarda, insanların hem cinsellikleri hem de psikolojileri çok daha iyi idi. Asıl, çıplaklık psikolojiyi bozar-bozuyor. Zîrâ kişi, bir özeli kalmadığında kendini değersiz hisseder. Değeri yâni (Kur’ânî tâbirle) zîneti tamâmen ortalıkta göründüğünden, değer olarak kendisine bir şey kalmamıştır. Artık kendisine yada mahremine özel bir şeyi kalmadığı için toplumsal çekiciliğini ve câzibesini kaybeder ve insanların ona karşı ilgisi azalır. İnsanlar her zaman “gizli” olanın peşine düşer zîrâ. Açıkta olanı merâk edip peşine düşmek anlamsızdır. Böyle bir durumda kişi kendisini yalnız ve kötü hisseder. Çünkü insan, kendisine kayıtsız kalınmasını sevmez ve bu nedenle de büyük bir boşluğa düşer.
Giyinip örtünen ve sonradan tesettüre giren kişilerde oluşan o mutluluk hâlinin nedeni, örtünün doğasında bulunan o “doğal durum”un kazandırmış olduğu mutluluk hâlidir. İlkellikten kurtulmanın vermiş olduğu mutluluk. Zâten elbise giymenin özünde bir zevk vardır ve özellikle kadınlarda bu duygu çok fazladır. Çünkü kadınlar kendilerinde bulunan güzellik ve çekicilikten ve bu güzellik ve çekiciliği gösterme arzusundan dolayı açılıp-saçılmaya ve “göstermeye” daha meyyâldirler. Bunu önlemek isteyen Allah onlara Peygamber hanımları üzerinden şunu emreder:
“Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir” (Ahzab 59).
“Ey Âdemoğulları, biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size süs kazandıracak bir giyim indirdik (vâr-ettik). Takvâ ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah’ın âyetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. Ey Âdemoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belâya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık. Onlar, çirkin bir hayâsızlık işlediklerinde: “Atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah bunu bize emretti” derler. De ki: Şüphesiz Allah, çirkin hayâsızlıkları emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?” (A’raf 26-28).
Tesettürlü kadın zımnen şöyle demiş olur: “Benim kişiliğim ile ilgilen, dişiliğim ile değil”. Çıplak kadın ise tam tersini söylemiş olur ve bu nedenle de çıplaklık aslında dişiliği aşırı bir şekilde ön-plâna çıkardığından, kişiliğin üstünü örter ve zamanla kişilik kalmaz. Artık çıplak kadın, karşı cinsin şehvetini kışkırtan bir nesne-obje durumuna gelir.
Kişi, çıplak olanı-çıplaklığı görmese de etkilenebilir. Yâni arkası dönük olan kişi, arkasındaki çıplak olandan etkilenir. Meselâ kör (âmâ) biri, çıplak yada açık-saçık olan bir kadının ortama saldığı o enerjiden etkilenir. Şu hadis bu konuda örnek olabilir:
“Peygamberimiz, zevceleri Ümmü Seleme ve Meymûne vâlidelerimizle oturuyorlarken, ashâb-ı kirâm’dan, görme özürlü Abdullah ibn Ümm-i Mektûm çıka-gelince, Peygamberimiz eşlerine: “Bu zâttan korunun, ona karşı örtünün” buyurdu. Ümmü Seleme annemiz de: “Yâ Resûlallah! bu zât âmâ değil midir?. O bizi görmez, tanımaz ki (ondan sakınalım)!” deyiverdi. Bu söz üzerine Peygamberimiz mü’min kadınlara ölçü olan şu cevâbı verdi: “Evet (o âmâdır, görmüyor), ama siz de mi körsünüz?. Siz de mi onu görmüyorsunuz?. (Gözlerinizi koruyun ve tesettüre uyun)” (Ebû Dâvud, Libas 37, hadis no: 4112; İbn Kesir, Tefsîr, 3/283). Çıplaklık bir fitnedir. Hem de bu fitne, çarçabuk yayılıp kısa-zamanda toplumu ifsâd edecek olan bir fitnedir:
“Öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sâdece zulmedenlere erişmekle kalmaz (herkese yayılır ve hepinizi perişân eder). Bilin ki, Allah’ın azâbı şiddetlidir” (Enfâl 25).
Modernizm bir “çıplaklık uygarlığı”dır. Modern çıplak kadın, şeytanın vesveselerine kanan kadındır. Ey çıplak (az giyinik) kadınlar ve erkekler!.. şeytan ve tağutlar sizi; “modern ve çıplak olduğunuzda “melek gibi” olacağınızı ve ebedî bir yaşama kavuşacağınızı” söyleyerek kandırıyor. Tıpkı şeytanın Âdem ve Havvâ’yı kandırdığı gibi.
Günümüzde çıplaklık bir îtibar kazanma şekline dönüşmüştür. Bu durum “doğal olana” bir karşı duruştur. Doğallık bozulduğunda mutlakâ bir bedeli olur. Allah’ın emri olan tesettür bozulduğunda ve tesettüre aykırı davranıldığında da çıplaklık olur ki, Dünyâ’daki bedeli-cezâsı “çıplak kalmak”tır. Evet; çıplaklık bir cezâdır. Tesettürsüzlüğün cezâsı.
Çıplaklık; günah, ayıp ve suçtur. İnsanı cennetten çıkarır mâzallah!.
- See more at: http://www.iktibasdergisi.com/ciplaklik/#sthash.S7xV3NfG.xX3Rm54u.dpuf
**************************************
ÖRTÜNDÜLER AMA BAŞI DEĞİLDE BAŞIN İÇİNDEKİ AKLI  ÖRTDÜLER...!


*****************************************

“Mü’min kadınlara söyle: Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hâriç. Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar..” (Nûr 31).
Nûr sûresinin 31. âyetindeki “humur” kelimesinin “baş-örtüsü” anlamına gelmediği söyleniyor. “Baş-örtüsü anlamına gelmesi için “humurun rass”, “ressi bi humurihinne” gibi yazılması gerekir” deniyor. Böyle düşünenler, herhâlde Kur’ân kültürü ile yoğrulmamışlardır, arap-diline vâkıf değillerdir. 
Şöyle ki… Türkçede kullandığımız, şapka, yazma, eşarp, tülbent, yaşmak, bere kasket vb. gibi kelimeleri söylerken; baş-şapkası, baş-yazması, baş-yaşmağı, baş-tülbenti vs. olarak söylemeyiz. Çünkü bu eşyâların baş için kullanıldığı açıktır ve herkes tarafından bilinir.
İşte “hımar” kelimesi de arap-dilinde ve kültüründe “baş” için kullanılan örtüyü ifâde eder. Yâni “hımar” dendiği zaman sâdece “örtü” değil, “baş-örtüsü” akla gelir. Dolayısıyla bu kelimeye “baş” kelimesinin eklenmesi yukarıdaki gibi komik olur. Ress ve Hımar kelimeleri yan-yana kullanılamaz.
Aynı-zamanda, aynı form’a  âit olan “hamr” kelimesi içki anlamına gelir. İçkiye “hamr” denilmesinin nedeni, aklı örtmesinden/beyni uyuşturmasından dolayıdır. Beyin insanın baş-kısmında bulunduğu için “hamr”=“örten” kelimesi ile ifâde edilmiştir. Dikkat edilirse “hamr” kelimesi baş’a atıf yapar. Yâni, “humur”, “hımar”, “hamr” ve formları hep baş’a atıf yapar, baş’ı ifâde eder ve baş için kullanılır. (“Hayat Kitabı Kur’ân”dan iktibasla).
Bir dekolteli ile bir tesettürlü kadını karşılaştırdığımızda; Kur’ân’ın “humur” ve “cilbab” dediği elbiseleri giyen kadın mı, yoksa dekolte elbiseleri giyen kadın mı daha medenîdir? (Burada önemli olan “humur” ve “cilbab” adlarıyla anılan giysilerin kendileri değil, bu giysilerin kapatış şeklidir. Bu kapatış şeklini sağlayan her kıyâfet-örtü tesettür kıyâfetidir). Giyinmek medeniyet ile ilgilidir, çıplaklık ise -sanıldığının aksine- ilkellik ve gericilik ile. Hem de öyle bir gericilik ki, Hz. Âdem-Havvâ’ya kadar giden bir “gericilik”. Onlar farkına varınca çıplaklıklarından utanmışlar ve en yakınlarındaki ağaç yapraklarıyla çıplaklıklarını kapatmaya çalışmışlardı. İlk tepkileriydi bu.
Tesettürün nasıl olacağı basit bir formülle şu şekilde söylenir: “Kısa-dar-ince olmayacak”. Biz buna bir de; “pahalı” ve “dikkat çekici” olmayacak maddelerini ekliyoruz. Buna rağmen Zamânımızdaki bâzı ……’lar, neredeyse tesettürü ve örtüyü, “örtünmemek” olarak söyleyecekler.
Doğal-fizîki yapımızda da tesettür vardır: Göz-kapakları.. Bu da bir çeşit tesettürdür. “Gözleri sakınma”dan bahseder âyet, “gözü örtme”den: “Mü’min kadınlara söyle: Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar” (Nûr 31).
Tüm varlık hem “örtü”dür, hem de “örtülü”dür. Biz varlığı/eşyâyı anlamak için örtüsünü aralarız. Tüm kâinât tesettürlüdür, türbanlıdır. Dünyâ da 7 kat örtü/tesettür içindedir.
İnsanın da ilk refleksidir örtünme. Lütfi Bergen: “Âdem’in vahşî olmadığının ilk delîli onun hayâ duygusu ile örtünmüş bulunmasıdır” der.
Baş-örtüsünün şimdiki örtüş şeklinden dolayı, bu örtülerin de örtülmesi gerekir. Bu duruma geldi. Kur’ân’da “baş-örtüsü takın” diye bir emir yoktur. “Baş-örtülerinizi göğüslerin üzerine gelecek şekilde örtün” emri vardır. Baş-örtüsü eskiden bêri var zâten. Ama Peygamberimizin döneminde kadınlar bu örtüyü başlarına taktıktan sonra arka tarafa yâni sırtlarına doğru salıyorlardı ve göğüsler açıkta kalıyordu. Kur’ân, “bu örtüyü arkaya doğru değil de öne, göğüslerin üzerine doğru salsınlar/örtsünler” diyor. “Baş-örtüsü takın” denmiyor, çünkü “zâten çok-çok eskiden bêri takılan ve kullanılan bir örtüdür “hımar” denilen baş-örtüsü. “Taktığınız baş-örtülerinizi arkaya değil de, göğüsleri de kapatacak şekilde öne doğru salın” deniyor. Böylece göğüslerin gözükmesi ve belli olması engellenmiş oluyor. Fakat şimdilerde “sıkma-baş” tâbir edilen örtü, sâdece kafayı örtüyor. Eğer “dış-elbiseler” kullanılmıyorsa göğüslerin üzeri kapatılmamış olarak kalıyor ki, baş-örtüsü bu örtme şekliyle amacına ulaşmamış oluyor. Bu örtüş şekli ile baş-örtüsü/hımar sâdece şekle indirgenmiş bir hâldedir.
İnsan ev-merkezli (beytullah) bir formatta yaratılmıştır. Bu durum kadınlar için olmazsa-olmaz bir durumdur. Evin tesettürü “bahçe” iken, kadının tesettürü “ev” ve örtüsüdür ve kadın böylece üç tesettürle (Bahçe, ev, örtü-hımar) birden korunmuş olur.
Baş-örtüsü ve tesettür, aynı-zamanda “kadın-erkek farksızlaşması”nı da engeller. Kadının kadın olduğunu belli eder. Kadın da kendisinin kadın olduğunu unutmaz.
Unutulmasın ki baş-örtüsünü emreden Allah’tır. “Başkası”nın emretmesi yada serbest bırakması bir lütuf değildir. Allah’ın emretmesi yetmiyor mu ki başkasından baş-örtüsü takmak için direktif alınsın. Allah’ın emrine göre değil de başkasının keyfi için baş-örtüsü takanların taktıkları o “şey” baş-örtüsü değil, “bir bez parçası”dır ki, baştan ziyâde başka yere yakışır.
“Bu memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz” diyenler, “bu memlekete baş-örtüsü getirilecekse onu da biz getiririz” demeye gelmişler ve getirmişlerdir. Tabi bu baş-örtüsü Allah’ın gönderdiği ve emrettiği değil, “birilerinin” serbest bırakıp emrettiği baş-örtüsüdür. Takvâ örtüsüyle örtünmedikçe örtülen hiç-bir şey seni koruyamaz. Modern baş-örtüsü, takvâsız baş-örtüsüdür:
“Ey Âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbiseler indirdik. Takvâ elbisesi ise daha hayırlıdır” (A’râf 26).
İslâm düşmanları İslâm’ın kamusal alanda görünür olmasına tahammül edemezler. İslâm’da kamusal alanda bâriz görünür olan şey ise baş-örtüsüdür. Baş-örtüsüne düşmanlık bu nedenledir. Onu ancak kendi “çağdaş” şekline soktuktan sonra zorla da olsa kabûl edebiliyorlar.
Kendilerini -hâşâ- Allah gibi görenler, kendilerinde vehmettikleri gücü, halkın üzerinde görmek isterler ki bu güç halkın üzerinde en bâriz şekilde “baş”larda gözükür. Bu nedenle de bu yöneticiler halka fes, şapka, peruk vs. giydirirler. Gerçek güç-sâhibi olan Allah ise, mü’minlerin/mü’minelerin başlarında, “âhirete dönük örtüler” görmek ister ki müslümanlar bu örtüleri yıllarca aynı-zamanda kefen olarak kullandılar. Allah’ın kadınların başlarında görmek istediği örtü ise baş-örtüsüdür (hımar/humur). 
Şeytan’ın ilk hamlesi, Âdem’i ve Havva’yı çıplaklaştırmaktı. Tesettür (giyinme, soyunma değil) insanın temel ihtiyaçlarındandır.
Bâzı kadınlar-kızlar, baş-örtüsü takarak takvâdan uzaklaşıyorlar. Baş-örtüsünü amacı dışında takmak takvâdan uzaklaştırır zîrâ.
Ahmet Kalkan: “Yirminci asrın ortalarına kadar Dünyâ’nın hiç-bir yerinde ve Osmanlı’da mü’mine hanımların örtülerinin benzeri değildir bu çeyrek örtüler, namaz örtüsüne benzemiyor bu baş-örtüler. Baş-örtüsü bir bilinçtir, bir cihaddır, bir ibâdettir tesettür. Baş-örtüsü kadının baş-tâcıdır. Baş-örtüsü, “başı gitmeden başından gitmeyecek” kadar değer ifâde eder. Kraliçe Çıplak: Andersen’in meşhûr masalındaki çıplak kralın çıplaklığını göre-göre kabûllenip dile getirmekten çekinenler gibi oldu insanımız. Başlarındaki taç kabûl ettiğimiz baş-örtüsü ile kral değilse bile bizim mahallenin kraliçeleri durumundaki baş-örtülülerin örtüyü istismâr edip yozlaştırmasından dolayı “kraliçe çıplak!” diye bağırmayı göze alanlar olmazsa bu çıplaklık tüm toplumu mahvedecektir. ‘Öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sâdece zulmedenlere erişmekle kalmaz (herkese yayılır ve hepinizi perişân eder). Bilin ki, Allah’ın azâbı şiddetlidir’ (Enfâl 25)” der.  
Post-modern zamanlarda kadınların çoğu baş-örtüsünü bir aksesuar olarak kullanmaya başladı. “Makyajsız çıkmam” diyenler gibi, “baş-örtüsüz çıkmam” diyenler peydah oldu. Onu bir süs nesnesi olarak, bir imaj olarak kullanıyorlar. Hattâ bâzıları onu “ârızalı” yerlerini gizlemek için kullanıyorlar. Oysa baş-örtüsü ve tesettür “ziynetlerin örtülmesi” içindir. Amaç budur yâni. Baş-örtüsü imajın değil, îmânın bir göstergesidir. Mü’min kadının kimliğinin göstergesidir. 
Bir kadının neden namaz kılmadığı, oruç tutmadığı sorulabilse de sorgulanamaz ve bu konuda ona baskı yapılamaz. (Fakat tesettür konusunda sorgulama-baskı yapılabilir).
10 sene arka-arkaya doğum yapan bir kadın; hâmilelik, loğusa hâli, emzirme durumu ve hattâ aybaşı hâli gibi durumlarda ruhsat kullanarak (mevcut durumları bir hastalık olarak kabûl ederek) oruç tutmasa da olur. Fakat bu süre boyunca tesettürsüz dolaşamaz. Bu durumlarda bulunuyorken namazı kısaltsa ya da cem yapsa da olur, ama bu süreç boyunca tesettürsüz olamaz. Hâmile olma durumu nedeniyle haccı erteleyebilir, ama tesettürü erteleyemez. Çoluk-çocuk, ev işi vs.den dolayı Kur’ân okumaya vakit ayıramayabilir ya da ayırmayabilir, fakat tesettürsüz hâlde bulunamaz. Hattâ şöyle bir durum bile vardır: Bir kadın bile-isteye ve tasarlayarak birini vahşice öldürse ve bunu îtirâf etse, sonra da îdam ile cezâlandırılsa ve bu kadın 3 aylık hâmile olsa; 6 ay doğum süreci, 24 ay da emzirme süreci boyunca yâni 30 ay boyunca (Ahkâf 15) îdam edilemez. Bu süreç bitip çocuk emniyete alınana kadar kadının yaşamı güvence altındadır. Fakat bu 30 ay boyunca tesettürsüz dolaşamaz, tesettürü bırakamaz. Tüm bu süreç/süreçler boyunca tesettüre uymak zorundadır. Çünkü tesettür, kadının dîninin direğidir.
Peygamberimiz: “Kadın, namazını kıldığı, orucunu tuttuğu, nâmusunu koruduğu ve kocasına itaat ettiği zaman, cennet kapılarının dilediğinden girsin” der. (Ahmed bin Hanbel, I/191)
Ey kadınlar-kızlar! Dîninizin direği olan baş-örtüsünü “bir parça bez”e indirgemeyin. Onu “bir parça bez” gibi kullanmayın. Baş-örtüsünü ayağa düşürmeyin!.
Baş-örtüsü tarz değil farzdır. Baş-örtüsü imajın değil, îmânın bir sonucu olsun. Baş-örtüsünü yâni hımarlarınızı Allah’ın istediği gibi takın, şeytanların-tağutların istediği gibi değil. Farklı-farklı çirkin örtme şekilleri belirleyip kafalarınızı “develerin hörgüçlerine” benzetmeyin. Peygamberimizi: "Ateş ehlinden iki sınıf vardır, henüz onları görmedim: Yanlarında sığır kuyruğu gibi bir şeyler taşıyıp onu insanlara vuran insanlar; giyinmiş, çıplak kadınlar ki bunlar Allah’a taatten dışarı çıkmışlardır. Bunlar, başkalarını da baştan çıkarırlar. Başları deve hörgücü gibidir. Bu kadınlar cennete girmek şöyle dursun, kokusunu dâhi almazlar. Hâlbuki onun kokusu şu şu kadar uzak mesâfeden duyulur" buyurdular. (Müslim, Cennet 53, (2857), 52, (2128).

Baş-örtüsünün mevcut ılımlı modern çağdaş şekilde zoraki kabûl edilmesi ya da ses çıkarılmaması baş-örtüsüne verilmiş bir özgürlük değildir. Zâten o özgürlüğü Allah verdikten sonra başkasından da almanın gereği yoktur. Baş-örtüsü sorunu; “gerçek rengiyle, kumaşıyla, şekliyle, kamunun %100 alanında, kimsenin yan-gözle bakamayacağı; takmayanların takanlara göre eksik görüleceği; aynen bayrak gibi “kutsal” olarak görüleceği, kabûl edileceği ve saygı duyulacağı; Âlemlerin rabbi Allah tarafından vahyedilen Kur’ân’ın en önemli farzlarından bir farzı kabûl edilip, onun hakkında saygısızca konuşmanın kânûnen de yasaklandığı ve baş-örtüsünün kadın için dîninin direği, kadın olmanın alâmet-i fârikası görüleceği” zamâna kadar devâm edecektir. “Ancak böyle bir duruma gelene kadar” baş-örtüsü özgür olmuş olmayacaktır. 
**********************************************************************

Başörtüsü mücadelesini kazandık ama tesettürü kaybettik!

03:00 Mayıs 15, 2016
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (sav), "din, samimiyettir; din, samimiyettir; din, samimiyettir” diye buyurmuştu.

O yüzden “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” âyetinin kendilerini ihtiyarlattığını söyleyecekti.

Rahmet Peygamberi'nin gösterebileceği, bizim de aynı samimiyeti gösterdiğimiz zaman, bizi, hakikatten süt emen, hakikat'in hakikatli çocuklarını hiç bir gücün dize getiremeyeceğini gösteren Nebevî şuur ve hayat şartı bu.

DİN, SAMİMİYETTİR

Samimiyet, hakikate sadakat göstermek, her hâl ve şartta, hiç bir kınayıcının kınamasına aldırmadan, hakikat'in izini sürmekdemek.

Bu satırları şunun için yazıyorum: Son yıllarda, sekülerleşmenin en sefih örnekleri İslâmî kesimleri kasıp kavuruyor. Samimiyetlerini yerle bir ediyor.

Samimiyetin yerini, dünyanın ayartıcı aygıtları almaya başladı: İnsanlar, kariyeri, başarıyı, parayı-pulu, makamı-mevkiyi kutsamaya başladılar.

Hakikat'in hayat bulması, hayat olması ve hakikat susuzluğu çeken, manevî boşluğun pençesinde kıvrandığı için hızın, haz'ın ve ayartının kuluna, kölesine dönüşen bütün insanlığa hayat sunmasıiçin nefes alıp vermemiz, insanlığın nefes'i, nefes borusu olmamız gerekiyor oysa.

SEFİH SEKÜLERLEŞME, BİZİ DE SEFİHLEŞTİRİYOR!

Sekülerleştikçe, bütün kutsallarımızı yitiriyoruz; sahte, ayartıcı, dünyevî, sahte kutsallar icat ediyoruz. Müslüman olmakla Müslüman olmamak arasındaki fark ortadan kalkıyor, makas kapanıyor.

Böylelikle Müslümanlar, rotalarını buluyor ama istikametlerini yitiriyorlar. Yön'lerini buluyor ama kıblelerini kaybediyorlar.

Artık herkesin, kıblem neresi benim, diye sorması gereken zorlu bir süreçten geçiyoruz.

Unutulmaması gereken ilke şu tam bu noktada: İhlâsın ve samimiyetin olmadığı hiç bir işten hayır gelmez.

TESETTÜRÜ MODAYA KURBAN ETMEK!

Buradan geleceğim nokta hayatî: Bu hafta İstanbul'da “Muhafazakâr Moda Haftası” diye bir etkinlik başladı! Bu olmaz işte!

Biz, 30 küsur yıllık başörtüsü mücadelesini hakikati kapitalizme kurban eden bu tür soytarılıklar için mi verdik?

Moda, örtü'yü teşhir nesnesine dönüştürür ve yok eder; kadını ise, kapitalizmin ayartıcı kölesine dönüştürür, izzetini ve şahsiyetini çarmıha gerer

Moda, kadını da erkeği de korumaz, ayartıcı bir tüketim nesnesine dönüştürmek için kullanır ve soytarılaştırır sadece!

Tesettür modası, örtü›nün kalkmasıdır. Örtü gidince, mahremiyet biter. Mahremiyet bitince de insan ruhsuz bir robota döner.

SEN, ÂYET TAŞIYORSUN BAŞINDA, UNUTMA!

Kapitalizm, modayla, medyayla, reklamla kadının dişiliğini sömürür ve kişiliğini öldürür.

Kadının dişiliğini değil, kişiliğini ortaya koyan örtünmenin adıdır tesettür.

Tesettür, kadına da erkeğe de kişilik kazandırır.

Sen, âyet taşıyorsun başında, unutma bunu aslâ!

Ve sor kendine: Bu âyeti yaşıyor musun, satıyor musun diye!

Hâsılı kelâm, bu gidiş, gidiş değil, başaşağı gidiştir: Başörtüsü mücadelesini kazandık ama tesettürü kaybettik.
https://www.facebook.com/1544645332514282/videos/1588567464788735/

3 yorum:

  1. “Şüphesiz Müslüman erkeklerle Müslüman kadınlar, mü’min erkeklerle mü’min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah’a derinden saygı duyan erkekler, Allah’a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”(33.35)
    http://www.iktibasdergisi.com/kuranda-kadin/

    YanıtlaSil
  2. Tek-eşlilik, müslümanlar içinde genelde Türklerin eskiden de alışık oldukları evlilik türüdür. Bu yüzden çok-eşlilik eleştirileri genelde bu milletten geliyor. Gerçi Türklerin tek-eşli olmalarının nedenleri vardır ki bunun en önemli nedenini Bülent Akyürek; “Türkler Neden Tek-eşlidir?” yazısında şöyle anlatır:
    “Göçebeyiz. Göçebeler yükte hafif, pahada kıymetli malları severler. Bir atın arkasına bir kadın sığar ama dört kadın için dört at alıp yolculuk etmek zordur. Tek-eşliliklerinin özü, hikmeti budur!. Dört kadın, yerleşik-hayat mahsûlüdür. Bir yere tam mânâsıyla yerleşemediğimizden tek kadınla ihtiyarlıyoruz. Yoksa niyetimizin temizliği mevzû bahis değildir!. Belimizi kıran ekonomidir. Ah fakirlik, yere batasıca fukaralık ah!”.
    http://www.iktibasdergisi.com/cok-eslilik-uzerine/

    YanıtlaSil
  3. Tesettürlü kadın zımnen şöyle demiş olur: “Benim kişiliğim ile ilgilen, dişiliğim ile değil”.
    http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/tesetturlu-kadn-zmnen-soyle-demis-olur.html
    Bu gün 2017 bilim ve teknolojinin açığa vurduğu şeyleri 1400 sene evvel Muhammed sas vahiy alarak bir çok şeyi ayet olarak açıklamıştır.
    http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/03/bu-gun-2017-bilim-ve-teknolojinin-acga.html

    XXXXXXXXXXXXXXXXXX
    “Kuşkusuz, Allah hiçbir toplumun durumunu, onlar kendilerinde olanı değiştirmedikçe değiştirmez.”(Rad 11)

    Not.Kişinin kendisinde bulunan eski fakat yanlış olan bilginin,Yeni duyduğu doğru bilgiyi HAZMETME si zordur.Süt içen bebeğe yemek sunulması gibi.
    Hatalı olmayan alim yoktur.Bizim dikkate alacağımız İslami akide konusu.Allâh, senin hakikatindir, özündür, varlığındır.
    ***Sözü çok tehlikelidir.Yanlıştır.**
    https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=313021395815935&id=100013242319421
    http://www.istekuran.com/index.php/makaleler/ortunme-basortusu-carsaf-sarik-ortulu-ciplaklar

    YanıtlaSil